Hikaye Anadolu'nun köylerinden birine geçiyor.
Köylü ile köyün Hacı ağasının arası bir meseleden dolayı açılıyor. Köylü kızan Ağa içinden köyün suyunun geçtiği tarlasını kapatıyor, suyu kesiyor. Zaman geçiyor, köylü susuzluktan kırılmaya, ekinler kurumaya başlıyor.Ağa yalvar yakardan,rica minnetten anlamıyor. Bir türlü inadından dönmüyor. Sonunda köyü civar köylerden birinde ikamet eden ve yörenin en sevilen sayılan şahsiyetlerinden biri olan Hoca efendi'ye müracaat edip meselenin hali için aracılık etmesini istemeye karar veriyor. Bunun için birkaç kişilik bir heyet komşu köye gönderiliyor. Hoca efendi misafirlerine sofralar kuruyor. Kendisi de bir köşeye çekilip elindeki kağıda bir şeyler karalıyor. Misafirleri uğurlarken zarfı uzatıyor ve selamı ile birlikte ağaya ulaştırılmasını istiyor. Heyet ümit ile tekrar köylerin yolunu tutuyor.Köylüm merakla gelenleri karşılıyor. Emanet zarf bir şekilde ağaya ulaştırılıyor. Zarfa açıp pusulayı okuyan ağanın yüzü kızarıyor, çehresi değişiyor, gözlerinden dökülen yaşlarla köylüye haber sallıyor. Suyun geçtiği araziyi köyün hizmetine vakfettiğini bildiriyor. Ağanın kalbini yumuşatan, kibir ve kininden dönmesine sebep olan o pusulada ne yazıyor dersiniz?
"Söyleyin şu an hacı'ya ki, eylesin Hak'tan hayâ
Bir sinekle gittin nemrut, firavun gark oldu suya
Zanneder ki ol lainler hükümran olmuş güya
Sonra düştü yüzü üzre, canı ateşte doya"
Kerim kitabımız bize kibrin şeytanın vasfı olduğunu hatırlatıyor. (Araf süresi8/12) Firavun hastalığı olduğunu haber veriyor. (Şuâra süresi 26/29,kasas süresi 28/38) Tekebbürle imanın bir arada bulunamayacağının örneklerinden bahsediyor.
( Lokman 31/7,A"raf 8/46)
İlahi ikaz hepimizi silkeliyor."Elhakümü't tekasür!"
Tekasürün makam, mevki, Servet, öğret, şehvet gibi her türlü kadim şekli ve modern biçimleri ile tezahürü oyalayıcı, aldatıcı, yıkıcı, mahvedici, İki cihan saadetini yok edicidir. Bu yüzdendir ki İrfan ehlince bunlar maneviyatın kanseri olarak nitelendirilmiştir. Maalesef insanoğlu bu hastalığa çoğu kere yenik düşüyor.
Vücudun bir bölgesinde kontrolsüz ve anormal bir şekilde çoğalan hücreler tüm vücudu etkileyip sağlığı bozuyor, hayatı tehdit ediyor. Allah'ın lütuf ve ikramı olan bilgi, Servet, mevki, p makam çokluğu ya da üstünlüğünü halka ve hakk'a hizmetin bir vesilesi olarak görmek yerine kişisel komplekslerini tatmin ve bir enaniyet aracı olarak algılayanların elinde bu nimetler kontrolsüz bir güç haline gelebiliyor ve bu kimseler en büyük zararı yine kendileri vermiş oluyorlar. Halbuki Rabbimiz "kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın"(bakara 2/195) buyurmuyor mu? İnsanoğlu nefsinden daha büyük ve tehlikeli düşmanı olmadığını bir görebilse!
"Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun. Ben kimim biliyor musun? Tarzı büyüklenmeleri ayet ile kısa ve öz cevap veriliyor: insan görmüyor mu ki, biz onu lütfeden (sudan) yarattık. Bir de bakıyorsun ki açıkça isyan ediyor. Rabbimiz Kur'an'ı bir daha indirmiş olsaydı،dağın Allah korkusundan başını eğip paramparça olacağını haber vererek, düşünen kullarının ibret almaları için bunun bir misal olduğunu söylüyor.Haşr 59/21
Dağları yerle bir edecek tesirde olan bu ilahi kitabın muhatabı olan insanın benlik, Kibir, gurur dağları Ne zaman yıkılacak acaba?
Kutsi hadiste "Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Yücelik ve kudret (izzet) benim izârım, büyüklük de benim ridâm sayılır.Bunlardan biri kendisinde de varmış gibi davranan olursa, onun cezasını veririm.” Ebu Davud, libas 26
Yüce Rabbimiz kulun kendine gelmesi, verilenlerin sarhoşluğuna kapılmaması, şımarıp haddi aşmaması için sarsıcı uyarıda bulunuyor.
Kur'an-ı Kerim'de mülkün insanı nasıl bir kendini beğenmişliğe sürüklediği ve böyle bir kibrin insana nasıl bir son hazırladığı ile ilgili çarpıcı örneklere yer veriliyor.(Kehf 18/32,43, kasas 28/76, 82)
Oysa mülkün tamamı allah'ındır. (Ali İmran 3/189) İnsan, varlığın gerçek sahibi değildir sadece Allah'ın emaneti olarak geçici bir süre elinde bulundurmakta ve bu mülk/Servet insan için imtihan sebebi bulunmaktadır. Rızkı genişleten de daraltan da Allah'tır.
Resulüm de ki: mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım? Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. (Ali İmran 3/26)
Sahip oldukları ile kendini güçlü zanneden ve dünyevileşme zaafıyla şirk günahını irtikap eden kimselere civarda; "söyleyeyim şu an kişiye ki"diye başlayan bir ültimatom çekebilecek, aklı Selime davet edecek, insaf ve vicdanı harekete geçirecek ehliyette ilim ve irfan ehline duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmakta. Bir zamanlar Cihan imparatorlarına hiç çekinmeden; "gururlanma padişahım senden büyük Allah var!"diyebilen zevatın ahfadı bugün hangi kuytu köşelerde acaba?
Halini arz etmek için huzuruna gelen ve korkuyla titreyenlerin elinden tutup "korkma ben güneşte kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum"diyerek muhatabını rahatlatan, ötekileştirmeyen, mütevazı tavır ve davranışlarıyla gönüller fetheden yüce resulümüzün Bu ahlakını Ne zaman içselleştireceğiz? Fetih günü Mekke'ye, savaşmadan Zafer kazanmış bir komutan olarak fakat alnı devesinin hörgücüne değecek kadar içi büklüm vaziyette, dilinden "sübhanekellahümme ve bihamdik estağfuruke ve etübü ileyk"yakarışları dökülerek giren kutlu nebinin tenezzülü bizim muhitimize ne zaman uğrayacak?
Bilgi hikmetle süslenirse, mevki dua kazanma ve Gönül almanın bir vesilesi kılınabilirse, Servet ahiret yatırımına dönüştürülebilirse hem sahibine hem çevresindekilere ne güzel kazanç kapısı olur. İnsan nefsini dinleyip de sahip olduğu maddi imkanları kibir ve gurur vesilesi yaparak dünya ve ahiretini mahvetmek yerine, Rabbini dinleyip bunları Allah'ın rızası yönünde kullanma erdemini gösterebilse dünyası da ukbası da memur olur ve cenneti ancak böyle kazanabilir: Allah müminlerin, mallarını ve canlarını, (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır. (Tevbe suresi 9/111)
Sonuç olarak ilahi ve Nebevi uyarıların ışığında kendi elimizle kendi yakamızı tutma ve "kibirlenme ey nefsim senden büyük Allah var!"deme vakti daha gelmedi mi?
Selam ve dua ile..